Herkese merhaba,
Ben Gülnur İnal, Gazi üniversitesi Endüstriyel Tasarım Mühendisliği 1’inci sınıf öğrencisiyim. Sizlere yazının başlığından da anlayacağınız üzere tercih sürecinde kendime en çok sormuş olduğum, sorudan bahsetmek istiyorum. Okuyanlara ilham veren bir yazı olmasını temenni ediyor, herkese şimdiden iyi okumalar diliyorum.
Bildiğiniz üzere Tüm Dünya’yı saran büyük bir salgın ile mücadele ediyoruz ve maalesef ben de böyle bir zamanda üniversite sınavına girmek durumunda kaldım. Bu benim için hem fiziksel hem de mental olarak hiç kolay bir durum değildi. Müfredat ve sınav tarihin değişikliği, çevrim içi eğitimler gibi pek çok olumsuzlukla karşılaştım. Çevremdeki çoğu insan bana başarılı olamayacağımı, en iyi fikrin tekrar hazırlanmak olduğunu söylüyordu. Bunun sebebiyse büyük bir hedefimin olmasıydı. Ben bu sözlere elimden geldiğince kulak tıkamaya çalışıyordum çünkü kendime hep şu soruyu soruyordum: “Kime göre ve neye göre başarı? . “Benim için başarı; bir hedefe ulaşmak ya da zafer kazanmak değil, sonuç her ne olursa olsun hayal ve hedefleriniz uğruna yılmadan mücadele edebilmek, emek vermekti. Ben de bu hayat felsefemi kendime rehber edindim ve yılmadan elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. Tek yanlışım şuydu: Yalnızca sağlık sektöründe çalışmayı istiyor ve başka alanlarda kariyer sahibi olmayı değerlendirmiyordum. Bu da hayatımda B ve C seçenekleri oluşturmama engel oluyordu. Ailem, dostlarım, hocalarım her ne kadar diğer meslek gruplarında da başarılı olabileceğimi, kendime bir şans vermemi söylemiş olsalar da ben bu fikri bir türlü kabullenemiyordum. Kabullenemeyişimin sebebiyse meslekleri yeteri kadar tanımıyor oluşumdu. Sınav sonucum beklediğim gibi gelmediği için tercihlerimi gelme olasılığı düşük yerlerden yana kullanmıştım. Tek bir planım vardı, o da sınava tekrar hazırlanmak. Tercihlerimi yaptıktan sonra düşünmeye başladım. “Acaba yanlış mı yapmıştım?” “Belki de başka alan ve meslek gruplarında mutlu olabilecektim.” “Tekrar hazırlanmam benim için doğru muydu?” gibi uzun monologlar sonunda yanlış bir yol izlediğimi düşünmeye başladım. Farkında değildim ama sağlık sektörü benim için çok da doğru bir tercih olmayacaktı, bunu anlamam biraz zaman aldı. Sonuç olarak bu durumdan yana mutsuzdum çünkü tekrar hazırlanacağım diye boş bir tercih yapmıştım ve geri dönüşü yoktu. Ta ki ek kontenjandan haberdar olana kadar. Bölümleri çok detaylı bir şekilde tekrar araştırıp ek kontenjan ile ilgili bilgi sahibi oldum. Araştırmalarım sonucunda mühendislik okuma konusunda insanların gözlerinin korkutulduğunu, aslında yansıtıldığı kadar zor olmadığını gördüm. İstediğimiz zaman her şeyin üstesinden gelebileceğimizi, mühendislikte hatta diğer meslek gruplarında da sevilerek okunduğu zaman başarılı olunabileceğini anladım. Ardından Endüstriyel Tasarım Mühendisliği bölümüne denk geldim. Bölümü araştırdığım zaman o kadar sevdim ki sizlere anlatamam. Hem bir tasarımcı gibi tasarım yapabilecek hem de mühendis olduğum için tasarladığım şeyleri üretebilecektim. Aradığım mesleği bulmuştum. Puanım tutuyordu fakat ek kontenjana kaldığım için bütün kontenjanlar dolmuştu. O kadar üzülmüştüm ki. Ne yapacaktım şimdi? Sonra gözüm şans eseri “(M.T.O.K.)” yazısına takıldı çünkü bu yazının yanında 4 kişilik bir kontenjan olduğu yazıyordu. Hemen araştırmaya başladım. Araştırırken öğrenci ve öğretmenlerin bu konuda yeterli bilgiye sahip olmadığını fark ettim. Anadolu lisesi mezunu olmama rağmen “(M.T.O.K)” kontenjanından da giriş yapabileceğimi öğrendim. Öncelikli olarak meslek lisesinden mezun olan öğrencilerin girebileceği bu kontenjan, 300.000 barajı gibi bir kısıtlama da içeriyordu. Tüm eğitimlerin aynı olduğunu ve bu kontenjdan girmenin sizi ayrıcalıklı yapmadığını da belirtmek isterim. İlk tercihime Endüstriyel Tasarım Mühendisliği bölümünü yazdım. Sabırla uzun bir süre tercih sonuçlarının açıklanmasını bekledim. Herkes bu ihtimalin düşük olduğunu söylüyor ve bunun olmayacağına inanıyordu fakat ben içimde bir yerlerde bu bölüme yerleşip çok mutlu olacağıma inanıyordum. İnsanların ne söylediğine kulaklarımı tıkamayı başarmıştım sanırım. Bu psikolojik olarak pek de kolay bir süreç değildi benim için. Ne çok fazla umutlanmalıydım -Çünkü sonunda hayal kırıklığı yaşayabilirdim.- ne de umutsuz olmalıydım. Arada incecik bir çizgi vardı. Sınava çalışan herkes gibi ben de çok fazla emek vermiştim. Yeri geldiğinde gecemi gündüzüme katmış, uyumamıştım. Hobilerimden, dışarı çıkıp gezmekten, güzel vakit geçirmekten feragat etmiştim. Bunun bir karşılığı olmalıydı elbette diye kendimi teskin ediyordum. Doğru bildiğim şeyi yapmıştım. Kendime “Başkaları ne düşünür?” sorusunu değil, “Ben nasıl hissederim? Ben ne düşünürüm?” gibi soruları sormuş ve sonuç olarak bu mesleği kendime uygun görmüştüm. Hayallerime ve kendime inanmıştım. Tercihlerin sonucu açıklandığında kendimi tamamlanabilmek için son parçayı bekleyen puzzle gibi hissetmiştim. Bölümüme yerleştiğim an içimdeki o puzzle tamamlanmıştı. Yazımda şuna dikkat çekmek istedim: Hayatımızı, gelecek planlarımızı, akademik hayatlarımızı hep başka insanlar ne düşünür diye yaşıyor, gerçekten bizi biz yapan hayallerimizden vazgeçiyoruz. Bu da toplumu mutsuz ve umutsuz hale getiriyor. Belki sizlerin de içten içe yapmak istediği ama hep başkalarının düşüncelerinden çekindiği hayalleri vardır. Evet hayalleriniz uğruna mücadele etmek hiç de kolay olmayacaktır. Bu yolda yalnız kalabilir, çok yorulabilir hatta bazen karamsarlığa bile kapılabilirsiniz ama sizlere şu soruyu sormak istiyorum: Bir kere yaşayabileceğiniz bu hayat için mücadele etmeye ve sonunda her ne olursa olsun “Ben mücadele ettim, elimden geleni yapmaya çalıştım ve bu yüzden başarılı oldum.” demeye değmez mi? Sonuçta kime göre ve neye göre başarı? 🙂